YENİ ÇAĞ’DA SİYASAL
DÜŞÜNCELER
Yeniden
doğuş anlamına gelen Rönesans Orta Çağ ile Yeni Çağ arasından bir geçiş
dönemidir. Burada yeniden doğan, Antik Çağ’ın yaklaşımı ve tutumudur. 15. Ve
16. Yüzyıllarda ise Rönesans düşüncesi en yüksek dönemlerini yaşamıştır.
Kültürdeki bu değişim felsefeye de yansımış ve yeni görüşler ortaya atılmıştır.
Bu yeni görüşleri şöyle belirtebiliriz:
a) Orta Çağ felsefesinin
temel konularını Hristiyanlık belirlemiştir. Bu dönem felsefesinin amacı
Hristiyanlığın öğretilerini, doğmalarını akılla işlemek ve desteklemekti. Oysa
Rönesans felsefesi, konularını tamamen kendisi belirlemiş ve bağımsız hareket
etmiştir.
b) Rönesans döneminde
bireyden millete doğru geçiş vardır
c) Batıda Orta Çağ’ın
tek kültür dili olan Latincenin yerine milletlerin dilleri kültür dili olarak
kullanılmaya başlanacaktır.
d) Orta Çağ’ın belli
başlı filozofları hep din adamları iken, Rönesans döneminde bunların yerini
bilginler, yazarlar ve diğer aydınlar almıştır.
e) Orta Çağ
filozoflarının benimsedikleri doğrular Platon, Aristo ve kilise babalarının
ilkelerinde bulunabilir. Rönesans filozofları için doğru bulunmuş değil,
bilakis araştırılması gereken bir görevdir.
f) Rönesans felsefesi
ilk önce insanı kendisine konu etmiştir. “İnsan nedir?”, “insanın bu dünyadaki
yeri ve anlamı nedir?” sorularına cevap aramaya çalışmıştır. Rönesans döneminde
bu amaçla yapılan çalışmalara hümanizm denir ve hümanizmin en temel özelliği
laik kültürü geliştirmek olmuştur.
g) Rönesans’ın din
konusundaki görüşlerini Martin Luther’in 1517’de başlattığı yeni bir din
anlayışı hareketinde görmek mümkündür. Bu anlayışta yozlaşan Katolik
Kilisesi’ne karşı bir tepki, bir protesto hareketi vardır.
REFORM
Reformun başlıca nedeni, kilisede görülen
genel ahlakın bozulmasıyla onun tarafından yapılan zulüm ve haksızlıkların
tahammül sınırını aşmış olmasıdır. Papalığın en yüksek amacı, ruhani
otoritesini kendi dünyasının çıkarlarını sağlamak yolunda işleterek bir devlet
haline gelmekti.
Rönesans ve reformla birlikte Orta Çağ
düşünce sistemi zayıflama sürecine girmiş, Yunan ve Roma düşüncesine dönüş
başlamıştır. Çünkü imparator-papa çekişmesi önemini kaybetmiştir. Papalık
Fransa kralı Philippe le Bel karşısında yenilgiye uğrayınca, ruhban sınıfı
prensler üzerindeki üstünlük iddialarından vazgeçmiştir.
MACHİAVELLİ (1469-1527)
Ona görei devletin asker olarak kendilerine
yeterli olmaları, hayatlarını ve ailelerini korumak için canla başla savaşacak
kendi vatandaşlarından kurulu ordulara sahip olması gerekir.
Ona göre devlet yönetiminin de kendine has
ahlaki bir sistemi, değer yargıları olmalıdır. Makyavel buna “başarının
moralitesi” denir. Bir devlet adamı, idaresi altındakileri korumak için bazen
yalan söylemek durumunda kalabilir. Devlet adamının bunu yapmasında bir sakınca
yoktur. Prens isimli eserinde şöyle demektedir: “… bir hükümdarın tilki ile
aslandan öğreneceği çok şey vardır. Çünkü bir aslan tuzaklara karşı, bir tilki
de kurtlara karşı savunmasızdır. Bu bakımdan bir kişinin tuzakları fark
edebilmesi için tilki, kurtları ürkütüp kaçırması için de aslan olması gerekir.
Yalnızca bir aslan gibi hareket edenler budaladır. Aklı başında bir hükümdar,
kendi lehine olmayan şeyde söz verirken geçerli olan şartların ortadan kalktığı
bir durumda verdiği sözü tutamaz ve zaten tutmamalıdır da.” Ona göre bir prens
her zaman iyi olmayı değil, aynı zamanda kötü olmayı da öğrenmelidir. Bir
insanda iyi, kötü, zalim, merhametli, doğru, hileci gibi pek çok çeşitli
özellikler olabilir. Bu gibi karakterlerin prenste olması gerekir. Onun yapması
gerekeni, kendi başarısı ve devleti için gereken ne ise onu yapmasıdır. Başarı
için tüm yollar ve araçlar geçerli ve meşrudur.
Makyavel’e göre bir millete dayanan devlet
güçlü devlettir. Devlet gücünü kiliseden değil miletten alır. Din, töre, hukuk
da kilieye değil devlete bağlıdır. Devlet gerekiyorsa bütümn bunları bir araç
olarak kullanabilir. Amaç devlettir. Ona göre ahlak devlet için vardır. Onun
amacı güce dayanan ulus devlettir. Onun devleti Orta Çağ devleti gibi tanrı
için değil, insan içindir.
Makyavel siyasi rejimleri, monarşi,
aristokrasi ve halk yönetimi diye üç gruba ayırmaktadır. Bu rejimlerin doğuş,
gelişme ve bozulma evreleri şöyledir.
a)
Monarşi: Nüfusun artması ile
ilişkiler daha yoğun bir hale gelmiştir. Çoğunluğun korunması için aralarından
en güçlü olanı başkan seçtiler ve onun himayesine girdiler. Zamanla başkanlık
babadan oğula geçer ve bir süre böyle devam eder. Fakat oğullar babaları gibi
adaletli olmazsa insanların sevgisi kine, kin korkuya, korku da zorbaşığa
dönüşür.
b)
Aristokrasi: Halkın desteği ile
toplumun iyileri ve cesur olanları zorbaya karşı ayaklanırlar. Zorbanın ortadan
kaldırılması ile cesur ve yürekli olan işbaşına getirlir. Bu yönetime
aristokrasi denir. Fakat iktidar yeniden oğulların eline geçip, yönetim tekrar
bozulunca, aristokrasi oligarşiye dönüşür. Bu defa da oligarşik düzenden usanan
halk, tekrar ayaklanır ve yönetimdeki zümre uzaklaştırılmış olur.
c)
Halk yönetimi: Halk zorbaların ve
aristokratların yönetimilerini deneğinden bir daha bunlara iktidar fırsatı
vermez. Kendilerinin etkili olduğu halk yönetimini kurarlar. Ancak bu yönetimin
bozulması kaçnılmaz olduğundan, tekrar tek kişi yönetimi iktidara gelir. Zaman
içerisinde yönetim şekilleri devamlı bir kışır döngü içerisinde devam eder.
Sonuç
olarak Makyavel ulusal devlet düşüncesinin ilk temsilcisi olarak kabul edilir.
Onun yaşadığı dönemde İtalya’da siyasi birliği sağlayacak tek unsur ona göre
ulus devlet yaratmaktı. Devlet gücünü milletten almalı ve üstünde kilise
olmamalıdır. Devletin hukuku dinden değil, devletin özünden türetilmelidir.
THOMAS MORUS
(1480-1535)
Thomas Morus fikirlerini Ütopya adlı eserinde
toplamıştır. Burada ütopya, zamandan ve mekandan soyutlanmış ideal bir toplumun
tanımlanması anlamında kullanılmıştır. İlk ütopyacı ilk hafta bahsettiğim
Platon’dur. Hatırlayacak olursak, Platon “Devlet” inde, bir filozof kralın
yönetiminde, kişileri tam anlamı ile erdemli kılacak biçimde idare edilerin bir
site kurulmasını düşlemişti.
İngiltere gibi bir ada olan Ütopya’da herkes
başkaları için çalışmaktadır. Buradakilerin özel mülkü olmadığından her
bakımdan eşit olan bu toplumda herkesin ihtiyaçları ile yeteneklerine göre
geliştirilmesi için gerekli zaman sağlanmaktadır. Ona göre mal ve mülkün
kişisel bir hak olduğu, her şeyin para ile ölçüldüğü bir yerde toplumsal adalet
ve rahatlık hiçbir zaman sağlanamaz. “… insanları mutluluğa kavuşturmanın tek
yolu eşitliği sağlamaktır. Mülkün tek elde toplandığı bir devlette eşitlik
bulunamaz.” Ütopya adasında para yoktur. Altın ve gümüş tedavül aracı olarak
kullanılır.Tüketim, nüfus ihtiyacına göre olacağından, herkes günde 6 saat
çalışırsa herşey bol olacak, yokluk ve sefalet olmayacaktır.
Ütopya adlı eserinde sosyalist devlet
modelini işleyen Tomas Morus memleketi İngiltere’deki adaletsizliklerin ve
anarşinin temelinde özel mülkiyeti görmüştür. Onun için hayalindeki devleti bir
adada kurar ve orada özel mülkiyeti kaldırır. Ona göre devlet yöneticileri çok
sıkı bir eğitimden ve elemeden geçirilmeli ve yetiştirilmelidir. Yöneticiler
kendilerini sanat ve bilimle geliştirmeli, boş vakitlerini halk için
harcamalıdırlar.
17. YÜZYIL DÜŞÜNCESİ
Rönesans felsefesi ile karşılaştırıldığında
17. Yüzyıl felsefesinin başlıca özellikleri olarak şunları görürüz:
a. Rönesans felsefesi
içinde daha tam oturmamış bir arayış ve atılım görmekteyiz. 17. Yüzyıl
felsefesi ise Rönesans’ın sağladığı birikimleri toplamış ve onlardan
yararlanmaya başladığından yeni bir düşünce bağlantısı geliştirilmiştir.
b. Rönesans felsefesi
birçok yönlerden antik düşünceyi örnek almıştı. 17. Yüzyıl felsefesi ise bu iki
akımı işleniş bakımından birleştirmeye yönelik birleşim kazandırmıştır.
1)MONTESQUIEU
(1689-1755)
Mostesquieu’ya göre Tanrı’nın yaratıcı ve
koruyucu olarak olan evrenle daima bağlantısı vardır. Evreni belli yasalara
göre yaratmış ve kurallar koymuştur. Tanrı kuralları bildiğinden ve onlara güç
yetirdiğinden yaratmış, uygulamış ve uygulamaktadır.
2)JEAN
JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
a) doğal yaşama dönemi: İnsan iradesi ile
kendisini dış dünyaya karşı koruyabilmektedir. İşte insan ile hayvan arasındaki
fark “insanın özgürlük bilincine sahip olduğunu” bilmesidir.
b)İnsanlar arasında eşitsizliğin nedeni: Ona göre fiziki
eşitsizlikler insanın vücut yapısının sonucu olmayıp, kişinin
yetiştirilmesinden ve eğitim biçiminden kaynaklanmaktadır. Eğitim kültürlü
olmayanlar ile kültürlüler arasında farklılıklara yol açtığı gibi değire
taraftan kültürlü olanlar arasında da farkı arttırır.
c)Sosyal sözleşme: Hiçbir insanın diğeri üzerinde doğal olarak
bir otorite kurmaya hakkı yoktur. Çünkü kuvvetten hak doğmaz, insanlar ancak
meşru iktidarlara boyun eğmek zorundadırlar. Meşru otoritenin kaynağı ise
toplumda anlaşma ile olabilir. Toplum yönetimi sözleşme ile olduğu gibi en eski
ve tek doğal toplum olan ailede otoritenin kaynağı anlaşmaya dayanmaktadır. Bu
anlaşmaya “sosyal sözleşme” denir. Sosyal sözleşme ile toplumun her ferdi
varlığını ve gücünü genel iradenin yönetimine teslim etmekte ve her bir insan
bütünün bölünmez bir parçası olmaktadır. Böylece bu sözleşme ile kolektif bir
bütün oluşmaktadır. İşte bu kolektif varlık devlettir.
d)Yasalar: Adaleti sağlayan yasaların kaynağı tanrıdır
ve hükümetlere de yasalar gereklidir. Kaynağını akıldan alan evrensel yasalar
vardır. Fakat bu yasaların karşılıklı olması gerekmektedir yani yaptırımları
içermelidir. Eşitlik herkesin gücünü yasalara uygun olarak ve şiddet
kullanmadan kullanmasıdır. Yoksa eşitlik zenginliğe sahip olmak demek değildir.
e)Yönetim biçimleri: Hükümet, toplumun belirlemiş olduğu
görevliler, yöneticilerdir. Bunlar özgürlükleri korur ve yasaları uygular.
Yönetim görevini halkın büyük kesimi yaparsa buna demokrasi denir. Yönetim
azınlığın elindeyse aristokrasi vardır. Yahut yönetim tek kişinin elindeyse
buna monarşi denir.
Ona göre demokrasi en
mükemmel yönetim şeklidir fakat insanlar arasında uygulanması imkansızdır.
Zaten gerçek demokrasi hiçbir zaman olmamış ve olmayacaktır. Rousseau’ya göre
monarşiler varlıklı toplumlar için, aristokrasi orta zenginikteki ülkeler için
demokrasi ise yoksul ülkeler içindir. Diğer taraftan devletler üretici değil,
tüketicidirler. Bu bakımdan kişilerin ihtiyazçlarından fazlasını üreterek
devlete gelir sağlamaları gerekir.
Bir bakıma en iyi
yönetimin ne olduğu sorusundan çok toplul “ iyi mi kötü yönetiliyor” sorusunun
sorulması gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder