10 Haziran 2014 Salı

Hafta 4: Yeni Çağ'da Siyasi Düşünceler

YENİ ÇAĞ’DA SİYASAL DÜŞÜNCELER
Yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans Orta Çağ ile Yeni Çağ arasından bir geçiş dönemidir. Burada yeniden doğan, Antik Çağ’ın yaklaşımı ve tutumudur. 15. Ve 16. Yüzyıllarda ise Rönesans düşüncesi en yüksek dönemlerini yaşamıştır. Kültürdeki bu değişim felsefeye de yansımış ve yeni görüşler ortaya atılmıştır. Bu yeni görüşleri şöyle belirtebiliriz:
a)     Orta Çağ felsefesinin temel konularını Hristiyanlık belirlemiştir. Bu dönem felsefesinin amacı Hristiyanlığın öğretilerini, doğmalarını akılla işlemek ve desteklemekti. Oysa Rönesans felsefesi, konularını tamamen kendisi belirlemiş ve bağımsız hareket etmiştir.
b)    Rönesans döneminde bireyden millete doğru geçiş vardır
c)     Batıda Orta Çağ’ın tek kültür dili olan Latincenin yerine milletlerin dilleri kültür dili olarak kullanılmaya başlanacaktır.
d)    Orta Çağ’ın belli başlı filozofları hep din adamları iken, Rönesans döneminde bunların yerini bilginler, yazarlar ve diğer aydınlar almıştır.
e)     Orta Çağ filozoflarının benimsedikleri doğrular Platon, Aristo ve kilise babalarının ilkelerinde bulunabilir. Rönesans filozofları için doğru bulunmuş değil, bilakis araştırılması gereken bir görevdir.
f)      Rönesans felsefesi ilk önce insanı kendisine konu etmiştir. “İnsan nedir?”, “insanın bu dünyadaki yeri ve anlamı nedir?” sorularına cevap aramaya çalışmıştır. Rönesans döneminde bu amaçla yapılan çalışmalara hümanizm denir ve hümanizmin en temel özelliği laik kültürü geliştirmek olmuştur.
g)     Rönesans’ın din konusundaki görüşlerini Martin Luther’in 1517’de başlattığı yeni bir din anlayışı hareketinde görmek mümkündür. Bu anlayışta yozlaşan Katolik Kilisesi’ne karşı bir tepki, bir protesto hareketi vardır.

REFORM
Reformun başlıca nedeni, kilisede görülen genel ahlakın bozulmasıyla onun tarafından yapılan zulüm ve haksızlıkların tahammül sınırını aşmış olmasıdır. Papalığın en yüksek amacı, ruhani otoritesini kendi dünyasının çıkarlarını sağlamak yolunda işleterek bir devlet haline gelmekti.
Rönesans ve reformla birlikte Orta Çağ düşünce sistemi zayıflama sürecine girmiş, Yunan ve Roma düşüncesine dönüş başlamıştır. Çünkü imparator-papa çekişmesi önemini kaybetmiştir. Papalık Fransa kralı Philippe le Bel karşısında yenilgiye uğrayınca, ruhban sınıfı prensler üzerindeki üstünlük iddialarından vazgeçmiştir.
MACHİAVELLİ (1469-1527)
Ona görei devletin asker olarak kendilerine yeterli olmaları, hayatlarını ve ailelerini korumak için canla başla savaşacak kendi vatandaşlarından kurulu ordulara sahip olması gerekir.
Ona göre devlet yönetiminin de kendine has ahlaki bir sistemi, değer yargıları olmalıdır. Makyavel buna “başarının moralitesi” denir. Bir devlet adamı, idaresi altındakileri korumak için bazen yalan söylemek durumunda kalabilir. Devlet adamının bunu yapmasında bir sakınca yoktur. Prens isimli eserinde şöyle demektedir: “… bir hükümdarın tilki ile aslandan öğreneceği çok şey vardır. Çünkü bir aslan tuzaklara karşı, bir tilki de kurtlara karşı savunmasızdır. Bu bakımdan bir kişinin tuzakları fark edebilmesi için tilki, kurtları ürkütüp kaçırması için de aslan olması gerekir. Yalnızca bir aslan gibi hareket edenler budaladır. Aklı başında bir hükümdar, kendi lehine olmayan şeyde söz verirken geçerli olan şartların ortadan kalktığı bir durumda verdiği sözü tutamaz ve zaten tutmamalıdır da.” Ona göre bir prens her zaman iyi olmayı değil, aynı zamanda kötü olmayı da öğrenmelidir. Bir insanda iyi, kötü, zalim, merhametli, doğru, hileci gibi pek çok çeşitli özellikler olabilir. Bu gibi karakterlerin prenste olması gerekir. Onun yapması gerekeni, kendi başarısı ve devleti için gereken ne ise onu yapmasıdır. Başarı için tüm yollar ve araçlar geçerli ve meşrudur.
Makyavel’e göre bir millete dayanan devlet güçlü devlettir. Devlet gücünü kiliseden değil miletten alır. Din, töre, hukuk da kilieye değil devlete bağlıdır. Devlet gerekiyorsa bütümn bunları bir araç olarak kullanabilir. Amaç devlettir. Ona göre ahlak devlet için vardır. Onun amacı güce dayanan ulus devlettir. Onun devleti Orta Çağ devleti gibi tanrı için değil, insan içindir.
Makyavel siyasi rejimleri, monarşi, aristokrasi ve halk yönetimi diye üç gruba ayırmaktadır. Bu rejimlerin doğuş, gelişme ve bozulma evreleri şöyledir.
a)     Monarşi: Nüfusun artması ile ilişkiler daha yoğun bir hale gelmiştir. Çoğunluğun korunması için aralarından en güçlü olanı başkan seçtiler ve onun himayesine girdiler. Zamanla başkanlık babadan oğula geçer ve bir süre böyle devam eder. Fakat oğullar babaları gibi adaletli olmazsa insanların sevgisi kine, kin korkuya, korku da zorbaşığa dönüşür.
b)    Aristokrasi: Halkın desteği ile toplumun iyileri ve cesur olanları zorbaya karşı ayaklanırlar. Zorbanın ortadan kaldırılması ile cesur ve yürekli olan işbaşına getirlir. Bu yönetime aristokrasi denir. Fakat iktidar yeniden oğulların eline geçip, yönetim tekrar bozulunca, aristokrasi oligarşiye dönüşür. Bu defa da oligarşik düzenden usanan halk, tekrar ayaklanır ve yönetimdeki zümre uzaklaştırılmış olur.

c)     Halk yönetimi: Halk zorbaların ve aristokratların yönetimilerini deneğinden bir daha bunlara iktidar fırsatı vermez. Kendilerinin etkili olduğu halk yönetimini kurarlar. Ancak bu yönetimin bozulması kaçnılmaz olduğundan, tekrar tek kişi yönetimi iktidara gelir. Zaman içerisinde yönetim şekilleri devamlı bir kışır döngü içerisinde devam eder.
Sonuç olarak Makyavel ulusal devlet düşüncesinin ilk temsilcisi olarak kabul edilir. Onun yaşadığı dönemde İtalya’da siyasi birliği sağlayacak tek unsur ona göre ulus devlet yaratmaktı. Devlet gücünü milletten almalı ve üstünde kilise olmamalıdır. Devletin hukuku dinden değil, devletin özünden türetilmelidir.
THOMAS MORUS (1480-1535)
Thomas Morus fikirlerini Ütopya adlı eserinde toplamıştır. Burada ütopya, zamandan ve mekandan soyutlanmış ideal bir toplumun tanımlanması anlamında kullanılmıştır. İlk ütopyacı ilk hafta bahsettiğim Platon’dur. Hatırlayacak olursak, Platon “Devlet” inde, bir filozof kralın yönetiminde, kişileri tam anlamı ile erdemli kılacak biçimde idare edilerin bir site kurulmasını düşlemişti.
İngiltere gibi bir ada olan Ütopya’da herkes başkaları için çalışmaktadır. Buradakilerin özel mülkü olmadığından her bakımdan eşit olan bu toplumda herkesin ihtiyaçları ile yeteneklerine göre geliştirilmesi için gerekli zaman sağlanmaktadır. Ona göre mal ve mülkün kişisel bir hak olduğu, her şeyin para ile ölçüldüğü bir yerde toplumsal adalet ve rahatlık hiçbir zaman sağlanamaz. “… insanları mutluluğa kavuşturmanın tek yolu eşitliği sağlamaktır. Mülkün tek elde toplandığı bir devlette eşitlik bulunamaz.” Ütopya adasında para yoktur. Altın ve gümüş tedavül aracı olarak kullanılır.Tüketim, nüfus ihtiyacına göre olacağından, herkes günde 6 saat çalışırsa herşey bol olacak, yokluk ve sefalet olmayacaktır.
Ütopya adlı eserinde sosyalist devlet modelini işleyen Tomas Morus memleketi İngiltere’deki adaletsizliklerin ve anarşinin temelinde özel mülkiyeti görmüştür. Onun için hayalindeki devleti bir adada kurar ve orada özel mülkiyeti kaldırır. Ona göre devlet yöneticileri çok sıkı bir eğitimden ve elemeden geçirilmeli ve yetiştirilmelidir. Yöneticiler kendilerini sanat ve bilimle geliştirmeli, boş vakitlerini halk için harcamalıdırlar.
17. YÜZYIL DÜŞÜNCESİ
Rönesans felsefesi ile karşılaştırıldığında 17. Yüzyıl felsefesinin başlıca özellikleri olarak şunları görürüz:
a.     Rönesans felsefesi içinde daha tam oturmamış bir arayış ve atılım görmekteyiz. 17. Yüzyıl felsefesi ise Rönesans’ın sağladığı birikimleri toplamış ve onlardan yararlanmaya başladığından yeni bir düşünce bağlantısı geliştirilmiştir.
b.     Rönesans felsefesi birçok yönlerden antik düşünceyi örnek almıştı. 17. Yüzyıl felsefesi ise bu iki akımı işleniş bakımından birleştirmeye yönelik birleşim kazandırmıştır.

1)MONTESQUIEU (1689-1755)
Mostesquieu’ya göre Tanrı’nın yaratıcı ve koruyucu olarak olan evrenle daima bağlantısı vardır. Evreni belli yasalara göre yaratmış ve kurallar koymuştur. Tanrı kuralları bildiğinden ve onlara güç yetirdiğinden yaratmış, uygulamış ve uygulamaktadır.
                                                     2)JEAN JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)
a) doğal yaşama dönemi: İnsan iradesi ile kendisini dış dünyaya karşı koruyabilmektedir. İşte insan ile hayvan arasındaki fark “insanın özgürlük bilincine sahip olduğunu” bilmesidir.
b)İnsanlar arasında eşitsizliğin nedeni: Ona göre fiziki eşitsizlikler insanın vücut yapısının sonucu olmayıp, kişinin yetiştirilmesinden ve eğitim biçiminden kaynaklanmaktadır. Eğitim kültürlü olmayanlar ile kültürlüler arasında farklılıklara yol açtığı gibi değire taraftan kültürlü olanlar arasında da farkı arttırır.
c)Sosyal sözleşme: Hiçbir insanın diğeri üzerinde doğal olarak bir otorite kurmaya hakkı yoktur. Çünkü kuvvetten hak doğmaz, insanlar ancak meşru iktidarlara boyun eğmek zorundadırlar. Meşru otoritenin kaynağı ise toplumda anlaşma ile olabilir. Toplum yönetimi sözleşme ile olduğu gibi en eski ve tek doğal toplum olan ailede otoritenin kaynağı anlaşmaya dayanmaktadır. Bu anlaşmaya “sosyal sözleşme” denir. Sosyal sözleşme ile toplumun her ferdi varlığını ve gücünü genel iradenin yönetimine teslim etmekte ve her bir insan bütünün bölünmez bir parçası olmaktadır. Böylece bu sözleşme ile kolektif bir bütün oluşmaktadır. İşte bu kolektif varlık devlettir.
d)Yasalar: Adaleti sağlayan yasaların kaynağı tanrıdır ve hükümetlere de yasalar gereklidir. Kaynağını akıldan alan evrensel yasalar vardır. Fakat bu yasaların karşılıklı olması gerekmektedir yani yaptırımları içermelidir. Eşitlik herkesin gücünü yasalara uygun olarak ve şiddet kullanmadan kullanmasıdır. Yoksa eşitlik zenginliğe sahip olmak demek değildir.
e)Yönetim biçimleri: Hükümet, toplumun belirlemiş olduğu görevliler, yöneticilerdir. Bunlar özgürlükleri korur ve yasaları uygular. Yönetim görevini halkın büyük kesimi yaparsa buna demokrasi denir. Yönetim azınlığın elindeyse aristokrasi vardır. Yahut yönetim tek kişinin elindeyse buna monarşi denir.
Ona göre demokrasi en mükemmel yönetim şeklidir fakat insanlar arasında uygulanması imkansızdır. Zaten gerçek demokrasi hiçbir zaman olmamış ve olmayacaktır. Rousseau’ya göre monarşiler varlıklı toplumlar için, aristokrasi orta zenginikteki ülkeler için demokrasi ise yoksul ülkeler içindir. Diğer taraftan devletler üretici değil, tüketicidirler. Bu bakımdan kişilerin ihtiyazçlarından fazlasını üreterek devlete gelir sağlamaları gerekir.
Bir bakıma en iyi yönetimin ne olduğu sorusundan çok toplul “ iyi mi kötü yönetiliyor” sorusunun sorulması gerekir.


     


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder